Artık hepimiz birer dijital vitrin sahibiyiz.
Profil fotoğraflarımız, hikâyelerimiz, beğenilerimiz… Hepsi “ben buradayım” demenin yeni yolu.
Ama bazen düşünüyorum: Gerçekten orada mıyız, yoksa yalnızca en parlak hâlimizi mi sergiliyoruz?
Sosyal medya, bir dönemin aynası gibi. Ama bu ayna her zaman doğru yansıtmıyor.
Bir filtreyle biraz daha canlı görünen renkler, aslında içimizdeki yorgunluğu gizleyebiliyor.
Bazen ne kadar paylaşsak da, en derin düşüncelerimiz “taslaklarda” kalıyor.
Ve belki de bu yüzden, birçoğumuzun kendisiyle bağı zayıflıyor — dışarıdan alkış toplanırken içeride sessizlik büyüyor.
Oysa gerçek bağlantılar “story”lerle değil, göz temasında kurulur.
Gerçek kahkahalar, yorumlarda değil, bir masada paylaşılır.
Bir fotoğrafın kadrajına sığmayan o anlar, hayatın en değerli kısımlarıdır.
Sosyal medya kötü değil, sadece fazla hızlı.
Bizi birbirimize bağlayan bir araçken, bazen içimize dönmeyi unutturuyor.
Kendimizi başkalarının onayına göre tanımlamak kolay, ama o onay olmadan da yeterli olduğumuzu hatırlamak zor.
Belki de yapmamız gereken tek şey, arada bir filtreyi kaldırmak.
Kendimizi kusurlarıyla sevmek, bir “story” paylaşmadan da değerli hissetmek.
Çünkü en çok beğeni alan fotoğraf değil, en çok yaşanan an iz bırakır.
Ve günün sonunda, ekran kararır ama biz hâlâ buradayız gerçek, kusurlu ve çok daha güzel hâlimizle.



