Günümüzde her şey hızla akıp gidiyor. Sabah kahvemizi bile bazen yürürken içiyoruz. Dizi maratonları, tek tıkla alışverişler, birkaç saniyede tüketilen videolar… Her şey hızlı, çok hızlı. Bu hızın içinde tüketim alışkanlıklarımız da değişti. Artık ihtiyaç değil, anlık istekler yön veriyor alışverişlerimize. Görür görmez alınan kıyafetler, henüz ambalajı açılmadan sıkılan ürünler, bir kez giyilip unutulan ayakkabılar…

Hızlı tüketim sadece maddi değil, duygusal anlamda da bizi yoruyor. Beğeniler, takipçiler, “yeni” olan her şey bizi kısa süreli tatminlerle oyalıyor. Sonra yine boşluk hissi, yine bir şey alma isteği…

Eskiden bir eşyaya değer verilirdi; tamir edilirdi, saklanırdı, paylaşılırdı. Şimdi ise “yenisi varken neden uğraşayım?” mantığı hâkim. Oysa tüketmek sadece almakla ilgili değil, sahip olduklarımızın kıymetini bilmekle de ilgili.

Belki de yavaşlamayı yeniden öğrenmemiz gerekiyor. Bir fincan çayın tadını gerçekten alarak içmeyi, bir eşyayı uzun yıllar kullanmayı, anı biriktirmeyi… Çünkü hız arttıkça, anlam azalıyor. Gerçek doyum, tüketerek değil; sadeleşerek, fark ederek ve şükrederek geliyor

 

Beste Atak