Nesiller boyu insanın değişmeyecek temel bir ihtiyacı var ki o da doğadır.
Bu bağın ve sevginin ilk adımı, erken çocuklukta kazandırmak. Günümüzde çocuklar doğadan yoksun ve onunla bağ kurmadan; doğanın parçası olmadan büyüyor. Richard Louv bu durumdan “Doğadaki Son Çocuk” adlı kitabında “doğa yoksunluğu sendromu” olarak bahsediyor. Düşünün ki çocuklar her gün gördüğü bir kuşu, ağacı veya böceği betimlemekte zorlanıyor. Bakmak ile görmek arasındaki fark burada başlıyor sanırım.
Bağ kurmanın anahtarı doğada serbestçe zaman geçirmekten, zamanını dilediğin gibi kullanabilmekten, engellenmemekten, etrafında doğada zaman geçirmeyi seven yetişkinlerin varlığından ve doğada geçirilen süre boyunca eğlenmekten geçiyor.
Doğa çoğunlukla sessizdir. İçinde gelişip serpilebileceğimiz bir kap gibidir bizlere. Dingindir. Dikkatimizin dışarıdan içimize dönmesini sağlar usulca. Dışarıya enerji harcamaktansa bu enerjiyi büyüyüp olgunlaşmak için ihtiyacımız olan özen ve dikkat için kendimize yönlendirebiliriz. Büyümekte olan bir çocuğun etrafını hem gerçek doğa ile hem de bedenlerinde, duygularında, zihinlerinde doğanın imgelerini taşıyan yetişkinlerle çevrelediğimizde çocuğun büyüyüp olgunlaşacağı doğal ve sağlam bir ekosistemi yaratmış oluruz. Çocuğa bir şey öğretmemize gerek kalmaz. Çocuk en doğal itkisiyle, yani taklit ederek, bu ekosistemden beslenir. Doğa çocuğun geliştirmeye ihtiyaç duyduğu tüm duyularını besler. Seslerle, renklerle, kokularla, dokularla, tatlarla fiziksel duyularını uyarır. Çocuk doğa ve doğanın temasını artırmak için ise küçük yürüyüşler,sürüşler,saksı bahçeleri oluşturmak, geri dönüşüm projeleri ve kuş gözlemleri yapabilir. Sırt çantanızı ve kamp sandalyenizi alıp bir kitap eşliğinde ormanda vakit geçirebilirsiniz.